Bursa Evden Eve Nakliyat Osmangazi Evden Eve Nakliyat Nilufer Evden Eve Nakliyat Yıldırım Evden Eve Nakliyat Büyükorhan Evden Eve Nakliyat Gemlik Evden Eve Nakliyat Gürsu Evden Eve Nakliyat Haramcık Evden Eve Nakliyat İnegöl Evden Eve Nakliyat Bursa Evden Eve Nakliyat Karacabey Evden Eve Nakliyat Keles Evden Eve Nakliyat Mudanya Evden Eve Nakliyat Kestel Evden Eve Nakliyat Mustafakemalpaşa Evden Eve Nakliyat

Erzurum escort bayan

Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
İbrahim YILDIRIM
Köşe Yazarı
İbrahim YILDIRIM
 

SULTAN ABDÜLAZİZ’İN İKİNCİ MABEYİNCİSİ FAHRİ BEY’İN İADE-İ MUHAKEME TEŞEBBÜSÜ ve LAYİHASI

30 Mayıs 1876 da, Sultan Abdülaziz hal’ edilir. Sultan Abdülaziz’i hal’ edenler, onun yerine 5. Murad’ı tahta geçirir. Abdülaziz, hal’in 6. Günü, 4 Haziran 1876 da intihar eder. Sultan 5. Murad ise, bu hadiselerden çok etkilenir ve cülusunun 10. Gününden itibaren delilik emareleri baş gösterir. Kılıç Alayı yapılamaz ve Cuma Selamlığına çıkamaz olur. Hal’de etkin rol oynayan Serasker Hüseyin Avni Paşa, hal’in 17. Günü yani 15 Haziran 1876 Perşembe akşamı, Çerkez Hasan tarafından katledilir.  Bu arada Sadrazam Mütercim Mehmed Rüştü Paşa ülkeyi adeta bir padişah gibi yönetmek durumunda kalır. Bu durum,  şikâyet ve sızlanmalara neden olunca, Şehzade Abdülhamid ile görüşülür. Görüşmeyi Midhat Paşa yürütür. Kanuni Esasi (Anayasa ) ve Meşrutiyet İdaresi sözü alınarak, bir başka şer’i fetva ile bu sefer, 5. Murad hal’ edilerek, II. Abdülhamid 31 Ağustos 1876 da tahta oturur. Hal’ edilen 5. Murad ise Çırağan Sarayında, vefat ettiği 1904 yılına kadar tam 28 sene mahpus hayatı yaşar. 5. Murad’ın saltanat süresi 30 Mayıs 1876 ila 31 Ağustos 1876 arası tam 93 gündür. Bu sene Rûmî 293 senesi olduğundan şair; “Doksan üçte doksan üç gün Pâdişah-ı Mülk olup, Göçtü matemgâhına Sultan Murad-ı nâmurad” demiştir. Bundan sonra II. Abdülhamid’in tam 33 yıl sürecek saltanatı başlar. II. Abdülhamid’in döneminin en önemli olayı 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşıdır ki bizde 93 Harbi olarak meşhurdur. 1878 başlarında henüz Ruslar, Ayastefanos (Yeşilköy) da bulunurken 20 Mayıs 1878 da Ali Suavi, Balkanlardan İstanbul’a sığınan göçmenlerden oluşturduğu 300-400 kişilik, grupla Çırağan Sarayı’nı basarak, 5. Murad’ı tahta geçirmek teşebbüsünde bulunur. Hatta içeri girip te, Sultan Murad’ın elini tutup: “Sultanım, bizi Moskoflardan kurtar” der. Der demesine amma Beşiktaş Muhafızı Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın başına vurduğu bir sopa ile orada öldürülür. Bu hadisede 23 zavallı öldürülür, 15’i de yaralanır.[1] Sultan II. Abdülhamid, bu hadiseden sonra, hal’de rolü olan herkesi İstanbul dışına sürer. Midhat Paşa, daha önce Avrupa’ya uzaklaştırılmıştı. Ardından Suriye Valiliğine, oradan Aydın Valiliğine tayin edilir. Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi Şeyh’ül Haremlikle Mekke’ye, Baş Mabeyincisi Hafız Mehmed Bey Antalya’ya, Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa da Manisa’ya gönderilir. Önünde arka arkaya iki padişahın hal’ edilmesi hele de bilhassa Ali Suavi vakasında kendisine karşı bir darbe girişiminde bulunulması, Sultan Abdülhamid’in vehmini artırır. Kendisine jurnalde bulunanları ihsanda bulunarak, taltif eder. Bu durumu, ikbal ve geçim kaynağı haline getirenler, çoğalır. O kadar ki günde ortalama yüz kadar, jurnal alıyor ve bunların tamamını okuyor. Çoğu gereksiz, asılsız jurnaller olduğunu söyleyerek uyaran sair şehzadelere de, “içinden iki-üç tanesi doğru çıksa yeterlidir”[2] der.  Bu cümleden olarak, Sultan Abdülaziz’in intiharının üzerinden beş sene geçtiği halde kimsenin dillendirmediği bu hadisenin, intihar olmayıp, öldürme olduğu yolunda aldığı ihbar üzerine, yapılan inceleme, tahkikat ve sorgulama sonucunda 1881 yılı Mayıs - Haziran aylarındaki sorgulamaları Yıldız Sarayında hem de bizzat sorgulamalarda da hazır bulunarak yapar. II. Abdülhamid davacı olduğu bir olayı kendi Sarayında sorgulayıp yine kendi Sarayında Mahkeme eder. İşte bu Mahkeme “Yıldız Mahkemesi” olarak bilinir. Bu mahkeme sonucunda, 9 kişi idam ve 2 kişi 10’ar sene hapis cezasıyla cezalandırılır. İdamlar daha sonra müebbet hapse çevrilir ve bu 11 kişi Taif Kalesine sürgün edilirler. [3] 10 yıllık Kalebendlik Cezaları 1891 de dolan Miralay İzzet Bey ile Seyyid Bey, Hükumete ceza süreleri dolduğu için salıverilmelerini talep etmişlerse de salıverilmemişler. Mahkûmiyetinin 17. Senesi 15 Mart 1898 de Seyyid Bey, Mahkûmiyetinin 22. Senesi 4 Ağustos 1903 de İzzet Bey, Taif zindanında ölürler. [4]   İdamlıklardan biri Mithat Paşadır. Diğeri ise Abdülaziz’in Mabeyincisi Fahri Bey’dir.  Mithat Paşa sürgünün üçüncü senesi, Damad Mahmud Celaleddin Paşa ile birlikte, zindanda boğularak öldürülür. Bir başka müebbet mahkûm, kardeşi Cemil Paşa’nın Hicaz Valiliği sırasında, aff-ı şahane ile Medine’de ikametine izin verilmiş olan Binbaşı Ali Bey,  1908 de II. Meşrutiyetin ilânıyla ancak İstanbul’a gelebilmiştir. 1908’e kadar hayatta kalan, Cezayirli Mustafa Pehlivan ile Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan ile Mabeyinci Fahri Bey, serbest kalarak zindandan çıkarlar. Yukarıda geçtiği üzere mahkûmların ikisi boğdurulmuş, beşi de zindanda ölmüştür. 23 Temmuz 1908 de Meşrutiyetin ilanından sonra, İstanbul’a gelen Fahri bey, kendisi gibi yurtdışında yaşamını sürdürmüş, Jön Türklerle birlikte bulunmuş Midhat Paşa’nın oğlu Ali Haydar Midhat da İstanbul’ gelmiştir. Bundan sonrasını Ali Midhat’ın kaleminden nakledeyim: “O sıralarda, menfadan avdet etmiş olan Abdülaziz’in eski mabeyincisi Fahri Bey, bir gün beni görmeye gelmişti. Fahri Bey, Sultan Aziz vakasından dolayı Taif’te menfi olarak bulunanlardan olup, son nefesine kadar Midhat Paşa’nın yanında kalmış olanlardan biriydi.“ “Ben bir dava açmak niyetindeyim. Abdülaziz’in öldürülmediğini, kendisi intihar etmiş olduğunu ispat edeceğim. Yıldız Mahkemesi tarafından verilen hükm-ü batılı iptal ettirerek, Midhat Paşa ile arkadaşlarının beraatını talep edeceğim” dedi. “Fahri Bey, hamiyetli, namuslu ve dürüst bir zattı. Taif’te pek çok azap ve işkence çekmişti. Böyle bir fikre taraftar olmamak elimden gelmezdi. “ “Sultan Abdülaziz, memleketi 200 milyon altın lira borca sokan Mahmud Nedim Paşa gibi adamların hüküm sürmesine ve Rus Sefiri İgnatiyef’in her dilediğini yapmasına meydan vermiş bir padişahtı. Hele son senelerinde, istibdadını delilik dercesine vardırmıştı. Durmadan koçlar, horozlar döğüştürür, kazananların boynuna nişanlar takardı. Sokakta hamallara tesadüf eder, “Millet dediğiniz bunlar mıdır?” diye alay ederdi. Böyle bir hükümdarın yüzünden ortaya çıkan katil veya intihar davasının amelî bir manası kalmamıştı; tarih hükmünü vermişti. Bununla beraber yukarıda da dediğim gibi, Fahri Bey kıymetinde bir zatın böyle bir davayı yürütmesini kabulden başka bir şey yapamazdım.” “Bu fikir ortaya atılır atılmaz, başta Yusuf İzzeddin olmak üzere, hanedan-ı saltanat derhal ayaklandı. “İş saltanat hukukuna dokunuyor. Hanedana hürmet kalmıyor” diye V. Sultan Mehmed iz’aca başlanarak, dava tasavvurunun önüne geçilmeye çalışıldı. Bu yüzden tazyik karşısında kalan Dâhiliye Nazırı Talat Bey ve hükumet, davanın görülmesine mani olacak vaziyet alarak, mesele har zamanın yektası ve mürşidi olan o zaman Adliye Nazırı olan Necmeddin Molla Bey’e havale edildi.” “O sırada Veliaht bulunan Yusuf İzzeddin Efendi, babasının öldürülmediğini, kendi kendini öldürdüğüne dair Avrupa Gazetelerine bir mülakat vermişti. Eğer bunu açıkça söylerse, belki davaya lüzum kalmaz mülahazasıyla kendisini ziyarete karar verdim." “Yusuf İzzeddin büyük bir azametle bana şunları söyledi :” “Benim babam büyük bir padişahtı. Hal’ edildikten sonra, artık yaşayamazdı. İntihar onun için bir şereftir. Kendisini hal’ etmek tamiri gayr-i kâbil bir kabahatti.” “Ben de bunun üzerine şu cevabı vermek mecburiyetinde kaldım... “Babanız, memleket ve millet haini olan Mahmud Nedim Paşa gibi bir adamı dinlememiş olsaydı, kimse kendini hal’ etmezdi.” “Bu mülakattan sonra Talat Bey beni, Dâhiliye Nezaretine çağırarak , “Bu davadan vaz geçiniz. Veliaht bu yüzden durmadan padişahı rahatsız edip duruyor. Avrupa gazetelerinde de fena akisler yapıyor” dedi.” “İşe teşebbüs eden ben olmadığımı kendisine anlattıktan sonra, hükumetin bu nokta-i nazarının teşebbüs sahibi Fahri Bey’e bildirilmesini tavsiye ettim.” [5] Talat Bey’in Fahri Beyle görüşüp görüşmediği bilinmiyor. Muhtemelen, bu görüşmeler, “İade-i Muhakeme Layihası”nın hazırlanıp Avukat Hrisantos Tomaidis tarafından imzalandığının duyulmasından sonra olmalıdır. Bilinen o ki bu layiha kâğıt üzerinde kalmış ve “İade-i Mahkeme” açılmamıştır. [6] Fahri Bey’in hatıratını yazdığı da biliniyordu. Nitekim Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı 1950 de basılan “Midhat Paşa ve Taif Mahkûmları” adlı kitabında : “Fahri Bey 1337 (1921) senesi sonlarında,  refikası Tirendaz Hanım da kendisinden az sonra vefat etmişlerdir. Fahri Bey’in kızı Fahriye Hanım ve oğlu Fahreddin Bey’den torunları vardır. Bir kızı da Ferhunde Hanım’dı. Fahri Bey’in hâtırâtı olduğu şâyi ise de henüz neşredilmemiştir” dediği hatıratı, Fahri Bey’in torunu Fahir Şeren, Türk Tarih Kurumuna bağışlamış ve merhum Prof. Dr. Bekir Sıtkı Baykal tarafından ancak 1968 de “İBRETNÜMA, Mabeyinci Fahri Bey’in Hatıraları ve İlgili Bazı Belgeler” adıyla Türk okuyucusunun istifadesine sunulabilmiştir. Okuyucularımızın ve Tarihle ilgilenenlerin bu eseri de okumaları şayan-ı tavsiyedir. [1] Yıldırım, İbrahim “Mütercim Mehmed Rüştü Paşa, Yüzleşme yy İst-2021 sh:269 [2] Baş Mabeynci Hacı Ali Paşa, Abdülhamid’e her gün takdim edilen yüzlerce jurnal münasebetiyle “günde kaç yüz jurnal veriyorlar. Hepsi yalan dolan. Zahmet çekip okuyorsunuz” dedim. Efendimiz “ bu jurnallerin çoğunun yalan olduğunu ben de biliyorum. Fakat bunların elbette iki tanesi doğrudur. Bu sebeple hepsini okumak lazımdır” cevabını verdi. “  İnal, İbnülemin Mahmud Kemal, Son Sadrazamlar C. III sh: 1280 [3] 10 Yıllık sürgüne mahkûm olanların süreleri 1891’de bitmesine rağmen salıverilmemişler, [4] Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Taif Mahkûmları TTK yy Ank 3. Baskı 1992- sh: 135- 137 / Abdülhamîd’in böyle mahkûmiyet süresi dolduğu halde salıvermediği sadece bunlar değildir. 93 Harbi’nin mağlubiyet sorumluları arasında cezalandırdığı Şıpka Müdafii Süleyman Hüsnü Paşa da Bağdat’a 6 yıl sürgüne gönderilir. Cezası bittiği halde salıverilmeyen Paşa, sürgünün 14. Yılında Bağdat’ta vefat eder. Sürgün süresinde 6 ciltlik Umdet’ül Hâkayık adlı bir eser yazar.  1928 de Genel Kurmay Başkanlığı bu eseri Osmanlıca 6 cilt olarak neşretmiştir. [5]Ali Haydar Midhat, Osmanlı’dan Cumhuriyete Hatıralarım, Bengi yy İst- 2008 sh: 238  [6] Yıldırım, İbrahim, Midhat paşa ve arkadaşlarının Muhakemesi Hakkında Gerekçeli İade-i muhakeme layihası, G. Matbu eser
Ekleme Tarihi: 03 Ocak 2023 - Salı

SULTAN ABDÜLAZİZ’İN İKİNCİ MABEYİNCİSİ FAHRİ BEY’İN İADE-İ MUHAKEME TEŞEBBÜSÜ ve LAYİHASI


30 Mayıs 1876 da, Sultan Abdülaziz hal’ edilir. Sultan Abdülaziz’i hal’ edenler, onun yerine 5. Murad’ı tahta geçirir. Abdülaziz, hal’in 6. Günü, 4 Haziran 1876 da intihar eder. Sultan 5. Murad ise, bu hadiselerden çok etkilenir ve cülusunun 10. Gününden itibaren delilik emareleri baş gösterir. Kılıç Alayı yapılamaz ve Cuma Selamlığına çıkamaz olur. Hal’de etkin rol oynayan Serasker Hüseyin Avni Paşa, hal’in 17. Günü yani 15 Haziran 1876 Perşembe akşamı, Çerkez Hasan tarafından katledilir.  Bu arada Sadrazam Mütercim Mehmed Rüştü Paşa ülkeyi adeta bir padişah gibi yönetmek durumunda kalır.

Bu durum,  şikâyet ve sızlanmalara neden olunca, Şehzade Abdülhamid ile görüşülür. Görüşmeyi Midhat Paşa yürütür. Kanuni Esasi (Anayasa ) ve Meşrutiyet İdaresi sözü alınarak, bir başka şer’i fetva ile bu sefer, 5. Murad hal’ edilerek, II. Abdülhamid 31 Ağustos 1876 da tahta oturur.

Hal’ edilen 5. Murad ise Çırağan Sarayında, vefat ettiği 1904 yılına kadar tam 28 sene mahpus hayatı yaşar. 5. Murad’ın saltanat süresi 30 Mayıs 1876 ila 31 Ağustos 1876 arası tam 93 gündür. Bu sene Rûmî 293 senesi olduğundan şair;

“Doksan üçte doksan üç gün Pâdişah-ı Mülk olup,

Göçtü matemgâhına Sultan Murad-ı nâmurad” demiştir.

Bundan sonra II. Abdülhamid’in tam 33 yıl sürecek saltanatı başlar. II. Abdülhamid’in döneminin en önemli olayı 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşıdır ki bizde 93 Harbi olarak meşhurdur. 1878 başlarında henüz Ruslar, Ayastefanos (Yeşilköy) da bulunurken 20 Mayıs 1878 da Ali Suavi, Balkanlardan İstanbul’a sığınan göçmenlerden oluşturduğu 300-400 kişilik, grupla Çırağan Sarayı’nı basarak, 5. Murad’ı tahta geçirmek teşebbüsünde bulunur. Hatta içeri girip te, Sultan Murad’ın elini tutup: “Sultanım, bizi Moskoflardan kurtar” der. Der demesine amma Beşiktaş Muhafızı Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın başına vurduğu bir sopa ile orada öldürülür. Bu hadisede 23 zavallı öldürülür, 15’i de yaralanır.[1]

Sultan II. Abdülhamid, bu hadiseden sonra, hal’de rolü olan herkesi İstanbul dışına sürer. Midhat Paşa, daha önce Avrupa’ya uzaklaştırılmıştı. Ardından Suriye Valiliğine, oradan Aydın Valiliğine tayin edilir.

Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi Şeyh’ül Haremlikle Mekke’ye, Baş Mabeyincisi Hafız Mehmed Bey Antalya’ya, Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa da Manisa’ya gönderilir.

Önünde arka arkaya iki padişahın hal’ edilmesi hele de bilhassa Ali Suavi vakasında kendisine karşı bir darbe girişiminde bulunulması, Sultan Abdülhamid’in vehmini artırır. Kendisine jurnalde bulunanları ihsanda bulunarak, taltif eder. Bu durumu, ikbal ve geçim kaynağı haline getirenler, çoğalır. O kadar ki günde ortalama yüz kadar, jurnal alıyor ve bunların tamamını okuyor. Çoğu gereksiz, asılsız jurnaller olduğunu söyleyerek uyaran sair şehzadelere de, “içinden iki-üç tanesi doğru çıksa yeterlidir”[2] der. 

Bu cümleden olarak, Sultan Abdülaziz’in intiharının üzerinden beş sene geçtiği halde kimsenin dillendirmediği bu hadisenin, intihar olmayıp, öldürme olduğu yolunda aldığı ihbar üzerine, yapılan inceleme, tahkikat ve sorgulama sonucunda 1881 yılı Mayıs - Haziran aylarındaki sorgulamaları Yıldız Sarayında hem de bizzat sorgulamalarda da hazır bulunarak yapar. II. Abdülhamid davacı olduğu bir olayı kendi Sarayında sorgulayıp yine kendi Sarayında Mahkeme eder. İşte bu Mahkeme “Yıldız Mahkemesi” olarak bilinir.

Bu mahkeme sonucunda, 9 kişi idam ve 2 kişi 10’ar sene hapis cezasıyla cezalandırılır. İdamlar daha sonra müebbet hapse çevrilir ve bu 11 kişi Taif Kalesine sürgün edilirler. [3]

10 yıllık Kalebendlik Cezaları 1891 de dolan Miralay İzzet Bey ile Seyyid Bey, Hükumete ceza süreleri dolduğu için salıverilmelerini talep etmişlerse de salıverilmemişler. Mahkûmiyetinin 17. Senesi 15 Mart 1898 de Seyyid Bey, Mahkûmiyetinin 22. Senesi 4 Ağustos 1903 de İzzet Bey, Taif zindanında ölürler. [4]  

İdamlıklardan biri Mithat Paşadır. Diğeri ise Abdülaziz’in Mabeyincisi Fahri Bey’dir.  Mithat Paşa sürgünün üçüncü senesi, Damad Mahmud Celaleddin Paşa ile birlikte, zindanda boğularak öldürülür. Bir başka müebbet mahkûm, kardeşi Cemil Paşa’nın Hicaz Valiliği sırasında, aff-ı şahane ile Medine’de ikametine izin verilmiş olan Binbaşı Ali Bey,  1908 de II. Meşrutiyetin ilânıyla ancak İstanbul’a gelebilmiştir. 1908’e kadar hayatta kalan, Cezayirli Mustafa Pehlivan ile Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan ile Mabeyinci Fahri Bey, serbest kalarak zindandan çıkarlar. Yukarıda geçtiği üzere mahkûmların ikisi boğdurulmuş, beşi de zindanda ölmüştür.

23 Temmuz 1908 de Meşrutiyetin ilanından sonra, İstanbul’a gelen Fahri bey, kendisi gibi yurtdışında yaşamını sürdürmüş, Jön Türklerle birlikte bulunmuş Midhat Paşa’nın oğlu Ali Haydar Midhat da İstanbul’ gelmiştir. Bundan sonrasını Ali Midhat’ın kaleminden nakledeyim:

“O sıralarda, menfadan avdet etmiş olan Abdülaziz’in eski mabeyincisi Fahri Bey, bir gün beni görmeye gelmişti. Fahri Bey, Sultan Aziz vakasından dolayı Taif’te menfi olarak bulunanlardan olup, son nefesine kadar Midhat Paşa’nın yanında kalmış olanlardan biriydi.“

“Ben bir dava açmak niyetindeyim. Abdülaziz’in öldürülmediğini, kendisi intihar etmiş olduğunu ispat edeceğim. Yıldız Mahkemesi tarafından verilen hükm-ü batılı iptal ettirerek, Midhat Paşa ile arkadaşlarının beraatını talep edeceğim” dedi.

“Fahri Bey, hamiyetli, namuslu ve dürüst bir zattı. Taif’te pek çok azap ve işkence çekmişti. Böyle bir fikre taraftar olmamak elimden gelmezdi. “

“Sultan Abdülaziz, memleketi 200 milyon altın lira borca sokan Mahmud Nedim Paşa gibi adamların hüküm sürmesine ve Rus Sefiri İgnatiyef’in her dilediğini yapmasına meydan vermiş bir padişahtı. Hele son senelerinde, istibdadını delilik dercesine vardırmıştı. Durmadan koçlar, horozlar döğüştürür, kazananların boynuna nişanlar takardı. Sokakta hamallara tesadüf eder, “Millet dediğiniz bunlar mıdır?” diye alay ederdi. Böyle bir hükümdarın yüzünden ortaya çıkan katil veya intihar davasının amelî bir manası kalmamıştı; tarih hükmünü vermişti. Bununla beraber yukarıda da dediğim gibi, Fahri Bey kıymetinde bir zatın böyle bir davayı yürütmesini kabulden başka bir şey yapamazdım.”

“Bu fikir ortaya atılır atılmaz, başta Yusuf İzzeddin olmak üzere, hanedan-ı saltanat derhal ayaklandı. “İş saltanat hukukuna dokunuyor. Hanedana hürmet kalmıyor” diye V. Sultan Mehmed iz’aca başlanarak, dava tasavvurunun önüne geçilmeye çalışıldı. Bu yüzden tazyik karşısında kalan Dâhiliye Nazırı Talat Bey ve hükumet, davanın görülmesine mani olacak vaziyet alarak, mesele har zamanın yektası ve mürşidi olan o zaman Adliye Nazırı olan Necmeddin Molla Bey’e havale edildi.”

“O sırada Veliaht bulunan Yusuf İzzeddin Efendi, babasının öldürülmediğini, kendi kendini öldürdüğüne dair Avrupa Gazetelerine bir mülakat vermişti. Eğer bunu açıkça söylerse, belki davaya lüzum kalmaz mülahazasıyla kendisini ziyarete karar verdim."

“Yusuf İzzeddin büyük bir azametle bana şunları söyledi :”

“Benim babam büyük bir padişahtı. Hal’ edildikten sonra, artık yaşayamazdı. İntihar onun için bir şereftir. Kendisini hal’ etmek tamiri gayr-i kâbil bir kabahatti.”

“Ben de bunun üzerine şu cevabı vermek mecburiyetinde kaldım...

“Babanız, memleket ve millet haini olan Mahmud Nedim Paşa gibi bir adamı dinlememiş olsaydı, kimse kendini hal’ etmezdi.”

“Bu mülakattan sonra Talat Bey beni, Dâhiliye Nezaretine çağırarak , “Bu davadan vaz geçiniz. Veliaht bu yüzden durmadan padişahı rahatsız edip duruyor. Avrupa gazetelerinde de fena akisler yapıyor” dedi.”

“İşe teşebbüs eden ben olmadığımı kendisine anlattıktan sonra, hükumetin bu nokta-i nazarının teşebbüs sahibi Fahri Bey’e bildirilmesini tavsiye ettim.” [5]

Talat Bey’in Fahri Beyle görüşüp görüşmediği bilinmiyor. Muhtemelen, bu görüşmeler, “İade-i Muhakeme Layihası”nın hazırlanıp Avukat Hrisantos Tomaidis tarafından imzalandığının duyulmasından sonra olmalıdır. Bilinen o ki bu layiha kâğıt üzerinde kalmış ve “İade-i Mahkeme” açılmamıştır. [6]

Fahri Bey’in hatıratını yazdığı da biliniyordu. Nitekim Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı 1950 de basılan “Midhat Paşa ve Taif Mahkûmları” adlı kitabında : “Fahri Bey 1337 (1921) senesi sonlarında,  refikası Tirendaz Hanım da kendisinden az sonra vefat etmişlerdir. Fahri Bey’in kızı Fahriye Hanım ve oğlu Fahreddin Bey’den torunları vardır. Bir kızı da Ferhunde Hanım’dı. Fahri Bey’in hâtırâtı olduğu şâyi ise de henüz neşredilmemiştir” dediği hatıratı, Fahri Bey’in torunu Fahir Şeren, Türk Tarih Kurumuna bağışlamış ve merhum Prof. Dr. Bekir Sıtkı Baykal tarafından ancak 1968 de “İBRETNÜMA, Mabeyinci Fahri Bey’in Hatıraları ve İlgili Bazı Belgeler” adıyla Türk okuyucusunun istifadesine sunulabilmiştir.

Okuyucularımızın ve Tarihle ilgilenenlerin bu eseri de okumaları şayan-ı tavsiyedir.

[1] Yıldırım, İbrahim “Mütercim Mehmed Rüştü Paşa, Yüzleşme yy İst-2021 sh:269

[2] Baş Mabeynci Hacı Ali Paşa, Abdülhamid’e her gün takdim edilen yüzlerce jurnal münasebetiyle “günde kaç yüz jurnal veriyorlar. Hepsi yalan dolan. Zahmet çekip okuyorsunuz” dedim. Efendimiz “ bu jurnallerin çoğunun yalan olduğunu ben de biliyorum. Fakat bunların elbette iki tanesi doğrudur. Bu sebeple hepsini okumak lazımdır” cevabını verdi. “  İnal, İbnülemin Mahmud Kemal, Son Sadrazamlar C. III sh: 1280

[3] 10 Yıllık sürgüne mahkûm olanların süreleri 1891’de bitmesine rağmen salıverilmemişler,

[4] Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Taif Mahkûmları TTK yy Ank 3. Baskı 1992- sh: 135- 137 / Abdülhamîd’in böyle mahkûmiyet süresi dolduğu halde salıvermediği sadece bunlar değildir. 93 Harbi’nin mağlubiyet sorumluları arasında cezalandırdığı Şıpka Müdafii Süleyman Hüsnü Paşa da Bağdat’a 6 yıl sürgüne gönderilir. Cezası bittiği halde salıverilmeyen Paşa, sürgünün 14. Yılında Bağdat’ta vefat eder. Sürgün süresinde 6 ciltlik Umdet’ül Hâkayık adlı bir eser yazar.  1928 de Genel Kurmay Başkanlığı bu eseri Osmanlıca 6 cilt olarak neşretmiştir.

[5]Ali Haydar Midhat, Osmanlı’dan Cumhuriyete Hatıralarım, Bengi yy İst- 2008 sh: 238 

[6] Yıldırım, İbrahim, Midhat paşa ve arkadaşlarının Muhakemesi Hakkında Gerekçeli İade-i muhakeme layihası, G. Matbu eser

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve manisagedizhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
petshop